Sesli Makaleüst menü

CAMİLER, SARAYLAR VE KENTLER 1- CAMİ SANATI

0

CAMİLER, SARAYLAR VE KENTLER 1- CAMİ SANATI

İslam Sanatı, bilhassa mimarisi alanında ilk akla gelen isimlerden biri olan sanat tarihçisi Oleg Grabar, İslam sanatını Müslümanlara özgülük bağlamında dinsel ve seküler olarak iki başlıkta inceler. Camiler İslam Sanatının dinsel yönünü tekvin ederken saray ve kent oluşumları seküler ayağını meydana getirir.

İslam etkisinde inşa edilen sanatsal yapılar mevzusunda dinsel ve seküler şeklinde bir ayrıma gitmek yanlış bir metodolojik tutumun ürünü olarak yorumlanır. Ancak bu noktada Grabar, Müslüman toplumun dini ihtiyaçlarına cevaben üretilen eser ile dini dürtülerden uzak ve yalnızca detaylarında İslami ögelere rastlanan eserin arasına bir çizgi çizer. Diğer bir ifadeyle, Müslümanların dini pratiklerini yerine getirmeleri amacını taşıyan cami dinsel sanat eseri iken saray ve kent gibi İslam’dan bağımsız şekilde halihazırda duyulan gereksinimler sonucu inşa edilen yapılar sekülerdir.

İslam’da caminin ortaya çıkışı ve gelişimi İslam’ın zamansal ve mekansal yaygınlığı sebebiyle oldukça karmaşık ve dağınık bir süreçtir. Öyle ki Müslümanların siyasi genişlemesinden önceki dönemde mescid bir fiziki yapı olarak bile akıllarda yer etmemiştir. Bireysel ve kolektif olarak ifa edilen namaz ibadeti ortak bir mekanı değil ortak bir yönelişi gerektirmektedir. Dolayısıyla Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa gibi spesifik mekanlar dışında mescid, Allah’a secde edilen mahal anlamında genel fikir halinde mevcuttur, ideal bir tipe atıf söz konusu değildir.

Bununla beraber ilk cami prototipinin Hazreti Muhammed (sav) tarafından yapımı başlatılan Mescid-i Nebevi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İnşası sırasında herhangi bir estetik kaygı güdülmeyen bu mescid en basit düzeyde fonksiyonel yeterlilik amacıyla yapılmıştır. Bugünkü çeşitli cami modelleriyle kıyaslandığında neredeyse hiçbir ortak noktadan söz edilemez. Kuran-ı Kerim ve hadislerde ibadet mekanının inşaatının önerilmesine ve özendirilmesine karşın herhangi bir tiplemeden kaçınılması uzun yıllar boyunca ideal form eksikliğini doğurmuştur. Bunun pratikteki yansıması ise mescidin çevredeki dinsel kuruluşlardan doğrudan taşınan malzemeler ile inşa edilmesi, tek bir mimari tavırdan yoksun karma yapıların ortaya çıkması veya kuru birer taklit şeklinde inşa edilen mescidlerin tezahürü olmuştur.. Minare ve kubbe gibi günümüz camilerinin sabit yapıtaşları, tarihsel ve coğrafi kabullerdir. Ancak genel hatlarıyla erken dönem camileri değerlendirildiğinde birtakım denkliklerden söz edilebilir. Bu dönemde inşa edilen mescidlerin hemen hepsi eklenebilir ve esnektir. Bunun için en kullanışlı mimari tercih muhtemelen hipostildir, ki erken dönem mescidleri sıklıkla bu tarzda oluşturulmuştur. Böylece mescidin değişen şartlara uyumu ve sürdürülebilirliği hedeflenmiştir. Siyasi fetihler neticesinde kurulan yerleşim yerlerinde düzenin sağlanması ve çeşitli bölgelerde İslam’ın kalıcı hale gelmesiyle mimari anlamda ideal cami formları üretilmiştir.

Grabar, zaman ve konumdan bağımsız olarak birçok camide bulunan, böylece sanat okuruna karşılaştırma imkanı sunan yapısal özellikleri birkaç başlık altında sıralar. Yaygın cami kültürünün tanımlayıcı unsurlarından en göze çarpanı minaredir. Asıl işlevi Müslümanları ibadete davet etmek üzere sesin yayılmasını sağlamak olan minarelerin sayı ve biçimlerinde caminin bulunduğu bölgeye ve mimari tercihlere bağlı değişiklikler söz konusudur. Yoğunlaşan nüfus göz önünde bulundurulduğunda işlevsiz hale gelmesine rağmen minare inşaatlarının sürdürülmesinde, benimsenmiş gelenekçi mimari tavırların etkisi vardır. Ancak minarenin edindiği simgesel anlamı da göz ardı etmemek gerekir. Minareler zamanla kentlerdeki Müslüman varlığının bir göstergesi haline gelmiştir.

Cami kültürünün bir diğer belirleyici yapı taşı ise Musevilikten devralındığına dair rivayetler bulunan mihraptır. Kıblenin yönünü göstermek amacıyla camilerde yer aldığı savunulur ancak Grabar’a göre bu üç sebepten ötürü yeterli bir gerekçe değildir: İlk dönem mescidlerinde mihrap bulunmadığını savunur ancak kıblenin bir göstergesi olarak taş gibi çeşitli nesnelerin bu fonksiyonu yerine getirdiğine dair rivayetler mevcuttur. Yani mihrap yalnızca biçimsel olarak değişime uğramış olabilir. Bununla beraber cami zaten kıbleye yönelik olarak inşa edilir, öyleyse ayrıca bir belirteç lüzumsuzdur. Ve son olarak mihrabın, caminin içindeki konumu her açıdan görülebilir değildir. Öyleyse mihrabın simgesel bir anlam taşıdığını iddia etmek yerinde olacaktır. Emeviye ve Kurtuba camilerindeki mimari dekorasyon göz önünde bulundurulduğunda mihraba ilahi kabul ve bağışlanmanın yanı sıra ilk imam Hazreti Muhammed’i (sav) anımsamak ve Onun mesciddeki pozisyonunu onurlandırmak anlamları yüklenebilir.
Grabar’a göre minber, minare ve mihrap işlevselliğin ön planda olduğu estetik kaygılarla üretilmiş birer simgedir. Bunların dışında kalan hükümdarlar için özel olarak hazırlanan maksureler ve beytülmal olduğu düşünülen avlulardaki kubbeli yapıcıklar cami tipinde tanımlayıcı ve kalıcı alametler değillerdir.

Genel hatlarıyla değindiğimiz cami sanatının yerel ve zamansal gereksinimler çevresinde mütemadiyen değişim ve dönüşüm içinde olduğunu söylemek mümkündür. İlk imam Hazreti Muhammed (sav)’in dini ve toplumsal birçok rolü üstlenmiş olması sebebiyle çok fonksiyonlu olarak ortaya çıkan camiler zaman içinde siyasal işlevinden arınmış ve dinsel işlevi ağır basmıştır. Başlangıçta yalnızca zihinsel bir önermenin ifadesi olan camiler Hazreti Muhammed’in Medine’deki evi ışığında gelişmiş ve Grabar’ın deyişiyle “Müslüman toplum kendi ideal formu”nu üretmiştir.


Kaynakça: Grabar, Oleg. İslam Sanatının Oluşumu. İstanbul, Alfa, 2018.

Should I Hire an Essay Writing Service?

Önceki

CAMİLER, SARAYLAR VE KENTLER 2- SARAY SANATI

Sonraki

hoşunuza gidebilir

Yorumlar

CEVAP BIRAKIN

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha Fazla Sesli Makale