İstanbullu olmak, İstanbul’da doğup büyümek denildiğinde yüzyıllar boyunca zihinlerde canlanan bir “İstanbullu” imajı vardır. Kibar, nezaket sahibi, ince düşünceli, adab-ı muaşeret kuralları çerçevesinde hareket eden İstanbul hanımefendileri ve beyefendileri bu özellikler ile tanınmışlar, hatta insanlar gözünde İstanbullu olmak da uzun yıllar boyunca bu hasletlerle özdeşleştirmiştir. Oldukça kadim ve katmanlı bir tarihi sürece dayanan, dolayısıyla kendine has yerleşmiş bir kentlilik kültürüne sahip İstanbul’da yaşamak bir yönden de şehrin kendi kodlarını ve etiketlerini özümsemeyi gerektirmiştir. Şehirli olmak için sadece İstanbul’da ikamet etmek yetmezdi; aynı zamanda günlük hayattaki ilişkilerde, davranışlarda, hal ve hareketlerde şehrin kendi kültür ve etiketine göre tasarrufta bulunmak asıl önemli olandı. 1945 yılında ise normalde bir anatomi profesörü olan Zeki Zeren İstanbul’un yıllardır sahip olduğu bu toplum düzeninin korunması ve bir yandan da bu düzenin dışında davranışlarda bulunanlara ufak çaplı yaptırımlar uygulanması için İstanbul’da bir dernek kurmuştu: “Saygısızlarla Savaş Derneği.”
Cumhuriyet’in ilk kurulduğu dönemlerde yatırımların ekseriyetle Ankara’ya yapılması ile İstanbul arka planda imparatorluk bakiyesi bir şehir olarak kalmıştır, dolayısıyla imparatorluktan kalma yapısını ve kültürünü yansıtan kimliğini korumuştur. Ancak 1930’lu yıllar itibariyle başlanan ve tüm toplumun keskin ve sert manevralarla modernleştirilmesini hedef alan süreçten İstanbul da hem sosyal hem de şehrin fiziksel dokusu bazında etkilenmiştir. Bir anlamda eskiden mevcut olan şehirlilik kültürü de sekteye uğramıştır. İstanbul ve İstanbullular bir dönüşüm içerisine girmiştir ki bu dönüşüm 1950’liler ve sonrasında şehrin neredeyse baştan aşağı yenilenmesi ile önü alınamaz bir kırılma halini almıştır. Profesör Zeki Zeren ise henüz dönüşümlerin önü alınamaz vaziyete gelmeden önce bu aşamada şehir kültürüne uygun hareket etmeyenleri tespit etmek ve şehirde yaşama kurallarını vurgulayacak bir Saygısızlarla Savaş Derneği’nin temellerini atmıştır.
Derneğin bir fikir olarak çıkması Zeki Zeren’in bir gün Kadıköy’de evine giderken bir arkadaşına rastlaması ile başlar. Arkadaşı çok sinirlidir çünkü yolda dümdüz yürürken bir kadının kirli bir suyu camdan aşağı boşaltması ile elbiseleri mahvolmuştur. Kendisi de çok sinirlenmiş ve durumu gidip belediyeye şikayet etmiş, nihayetinde de bunu yapan kadına para cezası kestirmiştir. Zeki Zeren bu hadiseyi duymuş ve dönemin kaymakamına iletme kararı almıştır. Henüz akşam olmadan kendisi de oldukça nahoş bir hadiseye denk gelir, tanıdığı ve aklı başında olarak bildiği birisini gizli bir şekilde duvara bevlederken yakalar. Bunlar artık bardağı taşıran son damlalar olur ve “Sa. Sa. De.” kısaltma ismiyle o akşam dernek tüzüğünü hazırlar.
Tüzükte iki madde halinde derneğin amaçları belirtilmiştir. Buna göre;
1. İstanbul’da belediye nizamlarını tanıtmak ve bu nizamların uygulanmasıda, hemşehri yaşayışına düşünülen istenen karşılıklı faydaları anlatmak ve nizamlara saygı göstermeye davet etmek.
2. İstanbul şehrinde ileri, medeni bir şehir topluluğu yaşayışının gerektirdiği karşılıklı saygı adabını kökleştirmek ve yaymaya çalışmak.
Bunun yanında dernek için bir de amblem hazırlanmıştır. Amblemde Kız Kulesi ve üzerinde bir mercek bulunur. Bu mercek, derneği ve derneğin değerlerini temsil eder, bir anlamda bu amblem İstanbul’a bu değerler merceğinde bakılması gerektiğini vurgular. Tamamen sivil bir girişimle kurulmuş bu dernek ne bir emniyet örgütüdür ne de sert yaptırımlara gücü yetebilecek bir zabıtadır. Sadece toplumdaki düşüncesizlikleri tespit etmek ve şehirde yaşayan tüm İstanbulluların birbiri üzerinde sorumlulukları olduğunu göstermek niyetinde kurulmuş bir dernek olarak başlar.
Dernek, şehirde gördüğü saygısızlıkları mücadele için değişik yöntemler uygulamayı teklif etmiştir. Kurucu Zeki Zeren, bir saygısızlık görüldüğünde bunun üç aşamada müdehale edilmesi gerektiğini söylemiştir. Öncelikle tavsiye ederek ve saygısızlık yapan kişinin yanlış yaptığını ona göstermek gereklidir. İkinci aşamada ihtar vardır, burada vatandaş uyarılır. Eğer saygısızlık hala devam ederse bu noktada cezaya başvurulmalıdır. İlk işi aşama toplumdaki bilinçli insan sayısının artması ve münevverlerin insiyatif alarak elini taşın altına koyması ile gerçekleşebilir. Son aşama olan ceza aşaması da belediyelerin, konseylerin yapabilceği bir iştir. Bunun için dernek öncelikle fişler hazırlamıştır. Saygısızlıktan muzdarip ve sorumluluk hisseden herkes bu fişlerden alıp nahoş bir davranışa denk geldiklerinde bu davranışı yapan faile fişlerden bir tane uzatabilirlerdi. Fişler ise sekiz farklı kategoride kapsayıcı şekillerde hazırlanmış kartlardı, aynı zamanda faili de nezaket çerçevesinde ve utandırıcı olmayan bir üslupla uyarıyordu. Bu şekilde ihtarda bulunulmasının ardından belediyelere de ceza kesmesi için istekte bulunulmuştu ancak bu konuda somut bir ilerleme kaydedilememişti.
Zeki Zeren, bu projede münevver olarak adlandırdığı ve toplumda bilinci yüksek olarak gördüğü kesimden dernek için bekledikleri rağbeti göremediklerini ve çekingen kaldıklarını söylemiştir. “Çok iyi hatırlıyorum, son senelere kadar İstanbul’da hoş bir atmosfer vardı ki münevverler bu havaya hakimdi. Bu maalesef son senelerde hissedilir şekilde değişti. Şehirde saygısızlar çoğaldı. Bunun üzerine biz münevverlerimize cesaret vermek istedik. Ne yazık ki münevverlerimiz, yani saygılılar, saygısızlardan çekindiler. Onlarla mücadeleye girmektense temas etmemeyi tercih ettiler.” Toplumda kollektif bir hareket olabilecekken maalesef ki dernek gerekli desteği yeterince bulamamıştır. 7 yıl faaliyetlerine devam etmiş, 1952 yılında da en son kendi kendini feshetmek zorunda kalmıştır.
İstanbul o günden bu zamana çok daha büyümüş, karışmış, gelişmiş ve dönüşmüştür. Dolayısıyla şehirdeki güzelliklerin sayısı da artmış ama saygısızlıkların oranı da aynı şekilde kat kat artmıştır. Bizler şehirde yaşayan insanlar olarak birbirimize karşı sorumluluk hissetmedikçe bu saygısızlıklara kalıcı bir çözüm getiremez ve şehre hak ettiği değeri gösteremeyiz. Dolayısıyla bundan ötürüdür ki öncelikle kendimizi düzeltmeli ve yaşadığımız şehre karşı sorumluluk almalı; ardından da çevremize kibarca ihtarda bulunmalıyız. Böyle dünyalar güzeli bir şehirde yaşamanın bizelere yüklediği vazife budur.
Kaynakça:
- Murat Gülgör, Saygısızlarla Savaş Derneği, https://muratgulgor.blogspot.com/2011/09/saygisizlikla-savas-dernegi-murat.html?view=sidebar
- Akçura, Gökhan. Bir Şehr-i İstanbul Ki…. Babil Kitabevi. 2020.
- Murat Toklucu, “Saygısızlıkla Savaş Derneği ve Karasinekle Mücadele Haftası”, #tarih Dergisi, Haziran 2015. https://tarihdergi.com/saygiya-davet-hep-cesaret-isiydi/
Yorumlar