Sesli Makaleüst menü

Sanma Ki Yaşıyorum

0

İnsanlar genel olarak içinde büyüdükleri, dolayısıyla kendileriyle benzer hikaye ve görüşlere sahip insanların bulunduğu çevreden ayrılmayı pek istemezler. Çünkü, yabancı olan içinde barındırdığı tekinsiz gizemden ötürü rahatsızlık uyandırır. Ancak öyle mekanlar vardır ki, geldiklere yere, kimliklerine bakmadan birbirinden alakasız birçok insanı bir araya gelmek zorunda bırakır. Polis karakolları da fonksiyonları sebebiyle bu mekanların başında gelir. Berkun Oya, “Dünyada Karşılaşmış Gibi” adlı oyununda karakolun bu özelliğinden faydalanmış ve farklı hikayelerin başrolü olan karakterleri, başrolü olmayan bu oyunda tek bir çatının altına sığdırmış.

Dünyada Karşılaşmış Gibi, Berkun Oya’nın kurduğu ve kendisinin yazıp yönettiği oyunları sahneleyen Krek Tiyatro’nun 2019 yılında seyirciyle buluşan oyunu. Rüya takımı olarak adlandırabileceğimiz oyuncu kadrosunu Settar Tanrıöğen, Okan Yalabık, Öner Erkan, Alican Yücesoy, Defne Kayalar, Fatih Artman ve Serkan Keskin oluşturuyor. Alışılagelmişin dışında bir sahnelenme tarzına sahip olan oyunda bütün olay polis karakolu olarak tasarlanmış cam, dikdörtgen bir kutunun içerisinde geçiyor. Bu kutu karakolun sorgu odası ve bekleme salonunu birbirinden ayıracak şekilde mat bir duvarla ikiye bölünmüş. Sorgu odasını bekleme salonuna bağlayan kapı vasıtasıyla iki bölme arasında oyuncular geçiş sağlayabiliyorlar. Seyirciler bu camdan karakolu ortalarına alacak şekilde iki tarafına karşılıklı olarak yerleşiyorlar. Bu sayede seyircilerin bir kısmı oyunun sorgu odasında geçen kısmını izlerken diğer taraf aynı anda bekleme salonunda olanlara şahitlik ediyor. Birinci perdenin sonunda seyirciler yer değiştiriyorlar ve bu sefer hikayenin görmedikleri kısmında neler olduğunu öğreniyorlar. Karakolun içerisindeki oyuncuların sesleri oyun öncesinde dağıtılan kulaklıklar vasıtasıyla seyirciye aktarılıyor. Böylece kendi arasında fısıldaşarak seyir zevkini katleden seyirci faktörü ortadan kaldırıldığı gibi oyuncuların nefes alışverişlerinin bile duyulabildiği kaliteli bir ses tasarımı oluşturulmuş. Oyun birbirine paralel ilerleyen eşit sürelere sahip iki bölümden oluştuğu için lineer başı-sonu belli bir hikayeye sahip değil. Bileti aldığınızda ilk hangi taraf denk geldiyse o noktadan hikayeyi görüyorsunuz, sonrasında izlediğiniz kısım sizin açınızdan ortaya çıkan hikayedeki boşlukları tamamlıyor. Kısacası hayatın içerisiden alınmış bir kesite iki farklı açıdan bakmış oluyorsunuz.


Oyunun sorgu odasında geçen kısmında babacan yaşlı bir komiserle, boşandığı eşine hâlâ
delicesine aşık olan Aziz’i (Okan Yalabık) görüyoruz. O kadar aşık ki, sevdiği kadının yurtdışına yerleşeceğini öğrenince ne yapacağını şaşırıyor. Bu gidişi önlemek için çaresizce giriştiği işler kendisini karakolda bulmasına neden oluyor. Yani, ne geliyorsa başına kaybetme korkusundan geliyor. Masanın diğer tarafında onu dinleyen sert görünümlü komiser (Settar Tanrıöğen) de aslında Aziz’den farklı bir durumda değil. Onun da kızı o gece yurtdışına okumaya gidecek. Hayatlarından kayıp gidenleri durdurmaya gücü yetmeyen iki insan karşılıklı oturmuşlar başlarına geleni anlamaya çalışıyorlar. Biri soru soran, diğeri cevaplayan konumunda ama aslında aynı soruya verilen farklı cevaplara benziyorlar. Gideni uğurlamak noktasında farklı tecrübeleri ve tavırları var. Bu arada Aziz ve Ayşe (Defne Kayalar) ile ilgili karakoldan öncesinde neler yaşandığını sorgu odasının duvarına yansıtılan video vasıtasıyla öğreniyoruz.

Sahnenin diğer tarafında, sorgu odasındaki kapının açıldığı yerde polislerin çalışma odası var. Burası dışarıdan gelenlerin ilk karşılandığı mekan, aynı zamanda polis memurları da gün içerisinde vakitlerini burada geçiyor. Buradaki hikaye ilk kısma oranla daha hareketli, torbacı Mevlüt’ün (Öner Erkan) varlığı kahkahalara sebep olurken polis memurları Sadık (Fatih Artman) ve Naci’nin (Serdar Keskin) hikayeleri hüzünlü anlar yaşatıyor. Buradaki karakterlerin hepsi geçmişlerinde bir yerde takılıp kalmış. Hayat devam ediyor ama onlar kaybettiklerinin, geride bıraktıklarının yanından bir adım uzaklaşmıyorlar. Simit oyunundaki ebe gibi bir nefes uzaklaştıklarında geri dönene kadar hayat canlarını yakıyor. Bu acıyla başa çıkma yolları ise bambaşka. Sadık yakın zamanda kaybettiği babası için ağlarken, Naci toprağa verdiği eşinin ve çocuklarının ardından hayatla bağını kesmiş. Geriye sadece şiddet ve bir türlü satmaya yanaşmadığı arabası kalmış. Mevlüt ise oğlundan ayrı kalmanın yükünü neşesi ve gevezeliğiyle azaltmaya çalışıyor. Naci’nin de kendince ifade ettiği gibi bütün karakterler dünyada karşılaşmış gibi davranıyorlar ama aslında her biri farklı bir gerçeklikte nefes alıp veriyorlar.

Seyirci ve oyuncu arasında bulunan cama seslerin kulaklık vasıtasıyla dinlenilmesi de eklenince yaşanılan tecrübe klasik bir tiyatro oyunundan farklı oluyor. İzlediğiniz hikayenin kurgu olduğunu unutmakta zorlanıyorsunuz böylece oyun sizi içerisine çekip öğütmüyor, bir gözlemci

konumunda olaylara uzaktan şahit olduğunuz izlenimi yaratıyor. Bu durum her izleyicinin hoşuna gitmeyebilir ancak bence en azından bir kere tecrübe edilmesi güzel olur. Ayrıca başta Öner Erkan olmak üzere tüm oyuncular oldukça başarılı bir performans sergiliyorlar. Ne yazık ki, 2019 yılında fırtına gibi esen oyun, her şey gibi 2020 başında pandemiden nasibini aldı ve sahnelere veda etti. İnşallah bu ara uzun sürmez ve Dünyada Karşılaşmış Gibi tekrar izleyici ile buluşur.

21 Casino Rabatkoder uden Indskud 2022 Ryyw

Önceki

Mitler ve Hayvanlar

Sonraki

hoşunuza gidebilir

Yorumlar

CEVAP BIRAKIN

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Daha Fazla Sesli Makale